4 Ocak 2008 Cuma

ORTABURUN II

Ortaburun halkı fakir olduğu kadar da gönülleri zengindir. Kendi yiyeceklerini misafir ile paylaşmayı çok severler. Komşuluk ilişkileri çok iyidir. Birbirlerine gidip gelmeleri sıkça olur.

Bir akşam, bizim eve köy muhtarı ile birkaç köylü geldi oturmak ve hoşgeldin demek için. Gelen misafirlerle sohbet ederken baktım, bizim muhtarın boynunda yün ip, elinde tığ çorap örüyor. Ben hayret içinde kaldım, çünkü benim çevremde böyle örgüleri kadınlarımız örer. Hayretle baktığımı görünce konuya açıklık getirdi: "Benim hanım, epey zamandır çorap örüvermemi söylüyordu. Bir türlü zamanım olmamıştı. Bu akşam hem Öğretmen Bey ile konuşur hem de çorabı örerim dedim" dedi. Meğer orada adet örgü işlerini erkekler yaparmış.

O akşam bizim evin sahibi Sabri amca, kestane ağacı dibinde gömülü olan kestanelerden getirdi bahçesinden. Üzerlerini bıçak ile çizdi. Yanan sobanın üzerine koydu. Üzerini tencere kapağı ile kapadı. Pişmeye bıraktı. " Yanmaz mı ? " diye sorduğumda "Birşey olmaz" dedi. Bir iki kaldırıp baktıktan sonra onları bir kaba aldı. Üzerine su serpeledi azıcık. Bir örtü ile kapatıp dinlenmeye bıraktı. Onbeş dakika sonra yemeye başladık. Öyle lezzetli kestane hiç yememiştim. Çok güzel pişmişti. Sobamız olduğu sürece öyle pişirip yemeye devam ettim.

Ev yeni sıva ve badana olduğu için duvarlar kurumadı birden. Soba çevresini ısıtıyor ama uzak kısımlar az etkileniyor ısıdan. Geceleri, ben sobadan uzakta yatıyorum somyada. Sobanın yakınında annem yatıyor rahatsız olduğu için. O ıslak duvar beni öyle hasta etmiş ki beni, felaket üşütmüşüm. Yatıyorum. Rahmetli olmuştur Mehmet amca bahçesine gitti. Üvez yaprağı toplayıp geldi . O yaprakları çaydanlığa koydu. Kaynatıp, çay gibi bana içirdi. O gece bir terledim. Sabaha hiçbir rahatsızlığım kalmamıştı. Bu arada köyün erkeklerini büyük bir kısmının adı "Mehmet" idi. Dede mehmet, oğul mehmet, torun mehmet, damat mehmet.

O zaman köylünün epey kısmının kötü bir alışkanlığı vardı. Hapçılık. Bir akşam düğün için Yukarı Ortaburun mahallesine gittik. Yemek bol. Bazı yörelerde içki içilir. Bizim bu köyümüzde ağrı kesici hap içiyorlar. En azından 15 kutu hapı bir tabağa boşalttılar. Yemek arasında birbirlerine ikram ediyorlar . Baş parmak ile işaret parmaklarının ön tarafına bir, arka tarafına iki tane hap koyup yanındakilere ikram ediyorlar. Sanırım o akşam yirmi adet hap yuttuklarına şahit oldum. "Bunlar bu gece mort olurlar" dedim, ama birşey olmadılar. Umarım şimdi bu alışkanlıklarını bırakmışlardır. Yalnız o akşam köyde hasta olan bir kişiyi konuştular. Durmunun çok kötü olduğunu söylediler. O kişi hakkında da iyi konuşmadılar. Aklınıza ne kadar kötülük geliyorsa onları saydılar onun için. Öbür dünya'da yatacak yerinin olmadığını söylediler. Aradan az bir zaman geçti gün olarak. Adam öldü. Cenaze namazına gittik. Hakkında kötü konuşanlar da orada idi. Hoca" Bu kişiyi nasıl bilirsiniz ? diye sorduğunda, hepsi birden " İyi biliriz" dediler. Ben bu işe şaşıp kaldım.

70/71 kışı orada çok ağır geçti. Şehirle ulaşım kesik. Bazen postacı gelirdi. O ara gelemedi. Ben hanımımla nişanlıyım. Devamlı yazışıyoruz. Bir ara yazdığımız mektuplar elimizde kaldı. Gönderemedik kar yüzünden. Nişanlımın bulunduğu Eleşkirt, Mollasüleyman köyünde havalar daha iyi bize göre.O eline mektup ulaşınca hemen karşılığını yazıyor. Bir ara hava durumundan mektuplaşmalar kesildi. Bir gün Yanıkdağ mahallesinden bir öğrencim iki mektup getirdi. Nişanlımdan geliyordu. Mektubu açarken, kolayca açıldığını gördüm. Zamk yeri pekmezle yapıştırılmıştı. Öğrenciye sorduğumda nedenini , birşey yapmadıklarını söyledi. Sanırım ailesi okumuş ve zamk bulamadıkları için pekmezle kapatmışlar. Mektuplardan biri normal yazılı. İkincisi ise öfke dolu. Mektup yazmadığımın sebebini soruyor. İstemezsem ayrılmayı öneriyordu. Durumu açıklayan bir mektup yazıp bilmem ne kadar sonra gönderdim de barıştık sonradan.

Hiç yorum yok: